Emekli öğretmen İsmet Gürdal Sümer’in kaleminden “Anamur’da Sinemalı Yaşam”
Zaman şimdiki zaman değil. Öyle bir zaman ki, Anamur’da…
Okey taşları yok, televizyon yok, akıllı cep telefonu da yok. Peki ne var?
Türkan Şoray var, Ayhan Işık var, Yılmaz Güney, Fatma Girik, Cüneyt Arkın var, aşk, heyecan, macera filmleri var, yani sinema var. Daha da ötesi sinema sevdası var. Sinema sinema olmaktan çıkmış Anamur’da bir yaşam tarzına dönüşmüş. Herkesin gönlünde bir sinema sanatçısı. Kimisi kendi kişiliğini Ayhan Işık’ta bulur, olgun ve dürüst, kimisi de Yılmaz Güney’le bir tutar kendini, yiğit ve cesur. Ya genç kızlarımız…? Onların da gönlünde Türkan Şoray’ları, Fatma Girik’leri, Hülya Koçyiğit’leri görürsünüz. Ama her oyuncu gönüllerde yer bulamadı. Örneğin Erol Taş. Filmlerde zalim, acımasız karakteri oynardı, masum insanlara hep kötülük yapardı. Daha başka başka oyuncular da var, böyle gönüllere giren giremeyen. Liste uzun.
Çok uzun yıllar önce başladı sinemalı yaşam Anamur’da. 1950 lerin ortalarıydı. Fotoğrafçılıktan sinema işletmeciliğine geçen babam Haydar Sümer, Yıldız Sineması’nı kurdu. Yer “Koca Kahve”. Çarşı ortasında ayakta kalabilmiş eski bir yapı. Sinema kurulmasına kuruldu ama fiziki ve teknik olanaklar bir sinema için çok da yeterli değil. Bina içinde küçük bir oda “makine dairesi” oldu. Ortada bir masa. O masanın üzerinde 16mm lik film makinası. Yanda bir oda daha, uyuyan çocukların yatırıldığı yer. Sinemaya gittiğimi hatırlarım da döndüğümü hiç hatırlamam. Demek ki ben de uyuyormuşum. Ve Mustafa Seymen, babamın yakın arkadaşı, teknik anlamda babamın yardımcısı.
Gündüz saatlerinde Anamur’da elektrik yok. Akşama doğru elektrik gelir, gece 12 de 1 de gider. Onun için sinemaya elektrik üreten jenaratör alınır. Ve tamirci Yahya Usta (Gülgeç) bu elektrik makinasına teknik desteğini esirgemez. Sıkıntılar olursa olsun, kasabanın yaşamına sinema girdi ya o yeter. İyi ama o akşam sinemada hangi film var, hangi “artis” ler var, halk nasıl bilecek, nerden öğrenecek? Kolayı var. Sinema 3-4 kişilik bir ekip hazırlar. Bu ekip Göktaş ve Saray mahallelerinin ara sokaklarına kadar girer. Filmin adını, hangi oyuncuların rol aldığını, filmin başlama saatini, filmin içinde aşk, heyecan, macera olduğunu tanıtarak sinemaya dönerler. Bu ekibi size biraz daha anlatayım. Ekipte her bireyin ayrı bir görevi var. Bir kişi film afişinin takıldığı tabelayı taşır, diğeri elinde bir zil, o zili çalarak halkın dikkatini toplar. Üçüncü kişinin elinde tenekeden yapılmış ilkel bir megafon. O megafondan anons eder. “ Dikkat dikkat, bu akşam Yıldız Sinemasında saat sekiz buçukta başrollerini Fikret Hakan, Muhterem Nur, Hüseyin Baradan…” diye bağırır film hakkında herkesi haberdar ederdi. 4. Kişi yedek elemandır. Her an görev üstlenmeye hazırdır. Tam bir “Ekip Çalışması”.
Filmdeki oyuncuları öğrenen genç kız akşam eve gelen babasına “Bu akşam Muhterem Nur’un filmi var ne olur bizi sinemaya götür.” der. Baba eve yorgun gelmiştir ama kızını kıramaz. Peki der.
Akşama doğru sinema salonu tekrar gözden geçirilir, tahta sandalyeler düzgün şekilde sıralanır ve sinema hoparlörüne yüksek sesli müzik yayını başlar. Zeki Müren’in, Hamiyet Yücesis’in, Müzeyyen Senar’ın 78 devirlik taş plakları gramofona konur. Gramofondan çıkan ses sinemanın dışındaki hoparlörüne aktarılır. Geniş bir alana yaydıkları sesle, şarkılarla milletin aklına sinemayı getirirlerdi.
Akşam yemek erken yenir ve aile sinemaya gelir. Baba biletleri alır, kapıdaki görevliye gösterir, görevli biletleri alır, biraz yırtar, yırtık bileti iade eder. Aile olarak gelenler bir tarafta, bekar erkek olarak gelenler diğer tarafta oturur. Bekar erkeğin gözü kapıdadır, sevdalandığı kız o gün sinemaya gelir mi acaba diye. İçeri giren aile kendilerine ayrılan yere oturur ve filmin başlamasını bekler. Film başlayıncaya kadar da taş plaklardan şarkılar türküler dinlerler. Bazen film saatinde başlamaz. O zaman anlarız ki ya yeterince seyirci, yani müşteri gelmedi ya da önemli şahsiyetler gecikti, jandarma komutanı gibi, kaymakam gibi.
Nihayet film başlar. Aşk, heyecan, macera bekleyen aileler karşılarında bir dram bulurlar. Film önce mutlu bir aile görüntüsü ile başlar, aile içi sevgi saygı üst düzeyde. Maddi durumları da çok iyi. Her şey iyi giderken aile reisi dışarda güzel fettan bir kadına takılır. Kadının niyeti adamın parasını yemektir. Adam evini ihmal eder ve evi terk eder. Parasını, servetini kadına kaptıran adam ve ailesi sefaletin içine düşer, bu acıklı durum bazı hanım seyircileri çok etkiler ve ağlamaya başlarlar. Eskiden öyleydi. Acıklı filmde ağlanırdı.
Film bittiğinde seyirciler sinemayı terk eder, filmin sonunu getiremeden uyuya kalan seyirciler usulca uyandırılır ve evine gönderilir. Sinema makinasını çalıştıran makinist bir gün sonrası için makaradaki filmi geri sarar.
Yine böyle bir günde babam filmi geri sararken annem hem ağlıyor hem de babama kızgınlıkla bir şeyler söylüyor. Çok küçük olduğumdan durumu kavrayamadım. Ama sonradan öğrendim. O gün sinemada başrollerini Raj Kapoor ve Nargis’in paylaştığı “Avare” isminde bir Hint filmi gösterilmiş. Filmdeki dramatik olaylar çok sayıda seyircinin ağlamasına sebep olmuş. Annem de babama kızmış “niye milleti ağlatan filmler getiriyorsun” diye.
Anamur’a sadece yerli filmler gelmezdi. Yabancı filmler de gelirdi. Romantik, kovboy, Kızılderili, bol şarkılı Hint filmleri gelirdi. Hem de renkli Türkçe ve de sinemaskop.
Bu arada bazı gerici çevreler sinemaya karşıdır. “ Allah’ın can vermediği hayaletleri canlıymış gibi seyretmek büyük günahmış. Zaten ticari başarıya ulaşamamış babam sinema makinesini İslahiye’de birisine satar. O günlerin belediye başkanı Hasan Adil Cenkcimenoğlu’nun ricasıyla da belediyede çalışmaya başlar.
Ama sinemalı yaşam Anamur’da bitmez, devam eder. Çünkü hala okey taşları yok, televizyon yok akıllı akılsız cep tep telefonu da yok. Öyleyse sinemaya devam. Osman Nuri ve arkadaşları devreye girer. Yeni bir sinema makinası alırlar. Bu makine 16mm lik değil 35mm liktir. Daha büyük, teknik olarak daha da gelişmiş bir sinema makinesi.
Anamur’da sinema sevgisi devam ederken seyirci sayısı daha da çoğalır. Koca Kahve’deki sinema içine balkon inşa edilir, daha fazla seyirci alabilsin diye.
Kurtuluş Savaşını ve zaferini işleyen filmler de geliyordu. Bu okullarımız için bulunmaz fırsattı. Uygulamalı tarih dersi gibiydi. Öğretmenler öğrencilerini gündüz saatlerinde toplu olarak sinemaya götürürlerdi. Öğrencilerin çok hoşuna giden okul ortamından uzak bir sosyal etkinlikti bu. Ders kitaplarından kurtulan tarihsel olaylar sinemanın perdesinde canlanıyordu. Türk ordusu zafere ulaştıkça öğrenciler alkışlarla ıslıklarla sinemanın altını üstüne getirirlerdi. Öğrenciler enerji boşaltıyordu.
Ya yazlık sinemalar! Onlar ayrı bir güzellik. . Kapalı binaya kapanmadan, terlemeden bir de verilen arada soğuk çavuş gazozu içmek var ya, hepsine bedel. Sıcakta akşama kadar tarlada çalış bir de üstüne duş al sinemaya gel. O vücut şimdi film mi seyreder yoksa başını yanındakinin omuzuna düşürüp istirahate mi çekilir bilinmez. İstirahat sırasında ses üretmezse sıkıntı yok. Hele yakın köylerdeki insanların kamyonlara binerek sinemaya gelmesi görülmeye değer. Ancak yazlık sinema sahibinin de alması gereken önlemler var. Kenarlar yüksek duvarla çevrilmiş olmalı ki dışardan bakıldığı zaman sinema perdesi görülmemeli. Çevresinde yüksek binalar da olmamalı. Yoksa bedavacılar para vermeden, bilet almadan evlerden balkonlardan filmi seyrederler. Bilet alsınlar öyle seyretsinler filmi.
Günleri ayları yılları önüne katan zaman hiç durmuyordu, habire yol alıyordu. Bu ilçede yaşayan insanların sayısı da artıyordu. Nüfusun artması sinemaya olan talebinde artmasını getiriyordu. Ali İhsan Alp, Suphi Alp kardeşlerin Büyük Sineması, Mustafa Kaplan’ın Kaplan Sineması Anamur’a bir hediye gibi geldi. Bunun yanında film makinasını çalıştıran, görüntüyü beyaz perdeye aksettiren “Makinistleri unutulmamalı. Rahmetli Esat abimiz. Halen aramızda olan Hüseyin Seymen. Kim bilir ne güzel anılar vardır bu eski makinistlerde. Dinlemek lazım.
Artık filmler siyah beyaz değildi. Filmler baştan sonuna kadar renklendi. Renkli filmin seyri daha zevkliydi. Konular da değişmeye başladı. Öyle insanları hüngür hüngür ağlatan filmler yerine güldürüler yer almaya başladı. “Adanalı Tayfur / Turist Ömer” tiplemeleri gibi.
Konu değişikliği bununla sınırlı kalmadı. Emekçi sınıfın sorunlarını ele alan sosyal içerikli filmler de Anamur’a gelmeye başladı. “Otobüs Yolcuları”, “Karanlıkta Uyananlar” Yılmaz Güney’in “Umut” filmi gibi. Sinemada gerçekçi sol rüzgarlar esmeye başladı. Anamur’da sol kesim sinemayı biraz daha sevdi. Bu arada filmler daha da gelişti. Teknik açıdan, görsel açıdan, sanatsal açıdan demek istiyorum. Kemal Sunal’ın “Hababam Sınıfı’nı bunun yanında ağa-ırgat feodal çelişkileri işleyen Şener Şen filmlerini kimse unutmuyor. Öyleyse Anamurlu sinemaya gitmesin de ne yapsın, geceleri balkona oturup ta yıldızları mı seyretsin. Tercihini sinemadan yana kullanır. Bu kentin yaz akşamlarında gökyüzü yıldızlarla doludur, bir fırsatını bulur gene seyreder, belki el ele tutuşurken belki de rakısını yudumlarken, sorun değil.
Bu sinema sevdası akşamları çarşıyı da canlandırdı. Bir çok dükkan açıktı. Lokantalar, bakkallar, manavlar… Sinema çarşıya can veriyordu.
Bir yenilik te gündüz seanslarının başlamasıydı. En çok ta gençler ve öğrenciler ilgi gösterirdi, ne de olsa giriş ücreti akşama göre daha ucuzdu. “Doktor Jivago ” Üç buçuk saat uzunluğundaki ünlü tarihi film. Bir hafta sonu gündüz gösterime girdi. Lise öğrencileri sinemayı tıka basa doldurdu. Hem film güzeldi hem de öğrencilerin birbirlerini süzmeleri.
Kışlık sinemaların bir özelliği var ki sigara tiryakilerinin hiç hoşuna gitmez. Sinemanın duvarlarında herkesin gözü görsün diye iri iri yazılmış “Sigara İçilmez” ya da “ Sigara İçmek Yasaktır” biçiminde sert ve bağlayıcı uyarılar vardır. Oysa seyirci filme dalmış, o güzelim sahneyi seyrederken eli sigara paketine gider ve sigarasını yakar. Anında sinema görevlisi gözüne ışığı tutar ve görevliden “ Gardaş, sigaranı söndür !” komutunu alır. Çaresizdir. Sigarasını söndürür. O sahneler hiç sigara içmeden seyredilir mi? Ne yapsın dişini sıkıp seyreder.
Yasakların devamı var. Bu sefer ki yasak lise müdürlüğünden geliyor. Hiçbir öğrenci hafta içi günlerde akşam sinemaya gidemez. Gittiği saptanırsa, yandı. Disiplin kurulunun vereceği cezaya katlanmak zorundadır. Bir keresinde akşam gizlice sinemaya gittim. Dönüşte Ziraat Bankası’nın yanında bulunan Öğretmenler Lokalinin önünden geçerken “Gürdaaal” diye geceleyin çarşıyı inleten bir ses duydum. Korktum. Müdür muavini beni yanına çağırıyordu. Belli ki yakalanmıştım. Öylesine öfkeliydi ki ya orada dayak yiyecektim ya da ertesi günü disiplin kurulunun vereceği cezalardan birini beğenecektim. Ama hiçbiri olmadı. Yanında bulunan diğer öğretmen, Güner Erdoğrul’un “Bu okulumuzun iyi uslu öğrencilerindedir” şeklindeki olumlu görüş bildirmesi üzerine müdür muavini beni salıverdi. Sağ olasın Güner Öğretmenim. Yoksa müdür muavini canımı çok yakacaktı. Bir daha akşam sinemaya gitmedim. Riskliydi.
Bu yasak bazı öğrencileri gündüz filmlerine yöneltti. Her gün öğleden sonra sinemaya gidilir mi? Gittik. Film ayrımı da yapmıyorduk. Ne filmi oynatılırsa oynatılsın gidiyorduk. Nasıl bir sinema sevdasıydı bu… Anlatması zor.
Sinemanın kendine göre sansür sistemi de vardı. Gelen filmlerin çoğu aşkı kara sevdayı işlerdi. Ateşle barutu yan yana getirirdi. Oyuncular ele tutuşur, kucaklaşır, öpüşürlerdi. Tamam, buraya kadar sorun yok. Ancak oyuncular rahat durmaz da işi biraz ileriye götürürseler ilk müdahale makinistten gelirdi. Hemen film makinasının objektif ayarını bozar, görüntüyü bulanıklaştırır, anlaşılmaz hale getirirdi. Hem de bekarlardan gelen “makiniiist!” diye yükselen protesto seslerine hiç aldırış etmeden. Makinistin gerekçesi hazır, “sinemada aile var, kadın var, kız var, asla müsaade etmem !” Böylece bekarların hevesi kursağında kalıyordu.
Bu sinemanın en çilekeş insanları belki de makinistlerdi. İkindi saatlerinde başlayan hazırlıklar ve her gece saat 12 lere kadar uzayan çalışma saatleri. Bu yüzden akşam yaşantıları yok gibidir. Akşam evlerine misafir gelmez, bir konu komşuya misafir de olamazlar. Her akşam sinemada olmak zorundalar. Film gösteriminde ses kaybolsa, ya da film kopsa seyirci makiniste kızar. Film zamanında başlamazsa makinist sinemada yükselen ıslıklara, uyaran seslere katlanmak zorundadır. Ancak seyirci her zaman kızmaz, filmin finali onu mutlu ettiyse makinist te mutlu olur. Yine de zor iştir makinist olmak.
Sinemalar sadece sinema değildi. Düğün salonuydu. Tiyatroydu. Konser sahnesiydi. Okulların yılsonu müsameresinin yeriydi siyasal partilerin kongre salonuydu. . Her sinema sosyal bir mekândı. Büyük sinema sahnesinde yer alan tek kişilik “Bir Delinin Hatıra Defteri’ni unutmadım. Ya yazlık kaplan Sineması’nda yer alan, Nazım Hikmet’in şiirlerinden derlenen Edip Akbayram, Selda, Timur Selçuk konseri! Unutulmaz.
Kalitesiyle, toplumcu sanatıyla ilerleyen sinemaya bir virüs girdi. İçten içe, yavaş yavaş kemirmeye başladı. Önceleri fazla etkili olmadı. Ama salgın yayıldı, evlere girdi, herkesi hasta etti. Bu virüs kutu şeklindeydi ve adı “Televizyondu. Sinemanın göstermediklerini bile gösteriyordu, hem de bilet ücreti ödemeden, çocuklara gazoz parası ödemeden.
Artık aileler sinemadan yavaş yavaş uzaklaşmaya, televizyona yaklaşmaya başladılar. Oysa sinema bir endüstri idi, bir yatırım alanıydı. Ayakta kalabilmesi için sinemaya seyirci gelmesi lazımdı. Çözüm bulundu. Madem aileler sinemaya gelmiyor o zaman bekarların hoşuna giden filmler yapalım dediler. Cinsel içerikli tuhaf isimli filmler hızla yayıldı. Ama bu da yeterli olmadı. Sinemalar bir bir kapanmaya başladı. Yerlerini İşhanlarına, müteahhitlere bıraktılar.
Bu olumsuz gelişmelerden Anamur da nasibini aldı. Bir zamanlar 3 sinemamız varken hepsi anılarda kaldı. Ayakta kalabilen sinema binaları da başka etkinliklerin hizmetine girdi.
Böylece akşamları dışarı çıkmaz olduk, giydik pijamalarımızı, geçtik televizyonun karşısına saatlerce seyretmeye başladık. Sinemada dostlarımızı görüp “ Nerelerdesin, gözükmez oldun? Nasılsın? Çor çocuk nasıl” demez olduk. İçe kapandık.
Yine de sinemalar tümüyle kapanmadı, az sayıda insana hizmet veren entelektüel bir zevk olarak devam ediyor.
Ne güzellikler yaşamıştık o sinemalarda. Anılarda kalsın istemezdim. Görsel iletişim teknolojisi ilerledi. Sinema zevkimizin üstünü örttü.
Sonradan belediyemiz bir sinema açtı. Kent kültürüne olumlu bir katkı adına! Ama nereye açtı? Taa Anamur’un Antalya çıkışına. Sanki “sinemada ne işiniz var, oturun okey oynayın, oturun televizyon seyredin, oturun Facebook’ta paylaşım yapın der gibi.
Ne oldu o güzelim sinema sevdamıza, o güzelim sinemalara? Uçtu gitti. Geriye bir masal kaldı.
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde Anamur’da 3 tane sinema varmııış… Bir gün, o sinemaların birinde…
Diyerek böyle anlatın sinemayı, sizden sonrakilere…