www.haberanamur.net te yayınlanan haber ve fotoğraflar, kaynak gösterilerek dahi kullanılamaz.
Emekli Öğretmen İ. Gürdal Sümer’in kaleminden “Öğretmen Olmak”
“Eti senin kemiği benim !” Öğretmene çocuk böyle teslim edilirdi, eskiden. Bir babanın bir annenin sözleri böyle olurdu. Bir küçücük çocuğun eti ne kemiği ne, ufacık, masum.Ama cümlenin anlamı büyük, hem de çok büyük. Anne baba düşünür ki öğretmen ne yaparsa yapsın yaptığı doğrudur, yeter ki çocuk cahil kalmasın, okusun, meslek sahibi olsun. Sonra dürüst insan olsun, paylaşmayı yardımlaşmayı öğrensin, çevresinde sevilsin. Köpeklere taş, kedilere tekme atmasın. Öyle yetişsin isterlerdi. Ailenin öğretmenden beklentisi büyük.
İşte bu yüzden ailede öğretmenin yeri apayrıdır. En saygın kişidir. Çocuğu eğiten, yaşama hazırlayan yüzlerini güldüren tek insandır öğretmen. O ne derse doğrudur. Çocuğunuza mı kızdı? Kızsın. Çocuğunuzu mu dövdü? Dövsün. Vardır haklı bir nedeni. Ne de olsa çocuğunuzun öğretmeni. Usul böyleydi.
Veli bazen daha da ileri gider, “Bu reçelden yemezsen öğretmenine söylerim bak!” deyince çocuğun gözünde öğretmen yalnızca eğiten değil cezalandıran kişi de olur. Böylece öğretmen çocuğun dünyasında büyür de büyür.
Oysa öğretmen öyle mi? Değil elbette. Üstlendiği görev hiç te hafif değil, yükü ağır. Kendisine teslim edilen bir canlı, bir çocuğun geleceği, bir ailenin umudu. Önce örnek insan olacak, sonra örnek insan olmayı öğretecek, ulusal temel değerleri gösterecek, matematik, fizik, edebiyat, coğrafya gibi dersleri öğrencilere aktaracak, sanat, kültür, spor alanında çocukların yeteneğini ortaya çıkaracak. Bir de geçim sıkıntısı bindiyse öğretmenin omuzlarına, ne diyeceğiz? Gayet basit. “Örgütlen öğretmenim !”
Benim belleğimde kalan Anamur’un o eski öğretmenleri, Süleyman Sırrı Gökmen, Tahir Oral, Mehmet Ali Yalçın, Necati Ergün, Halil Orhan, İbrahim Demir, Mehmet Yiğit, Ali Rıza Doğan ama biraz daha isim söyleyeyim mi ? Nihat Uğur, Şerafettin Özkürkçü, Veli Işık, Hasan Ali Yıldız, Reşat Coşkun, Yusuf Akça ve diğerleri… Hepsini saymaya belleğim yetmiyor. Bu unutulmaz öğretmenlerimiz kendilerine teslim edilen öğrencilerin etiyle kemiğiyle uğraşıp durdular.
Cumhuriyetin kuruluşunun üzerinden henüz 30-40 yıl geçtiği yıllar… Nüfusun % 80’i köylerde yaşıyor. Devletin bütçesi kısıtlı, ailelerin bütçesi kısıtlı, okulların ve öğretmenlerin bütçesi de kısıtlı. O zor koşullar altında hemen her köye okul açılmış. Ve o köye bir ya da iki öğretmen gönderilmiş. Öğretmen köyü aydınlatsın, sadece öğrencileri değil herkesi bilgilendirsin diye. Köylüler öğretmeni çok sevdi. Ona akıl danıştı, ondan bilgi aldı. Ne de olsa öğretmen mektep medrese görmüştü, ilim irfan yuvasından geliyordu. Ülkede üreten, eğitimli, çağdaş bir kuşağın temeli atılıyordu.
Bu temel atılırken ne yazık ki bazı öğretmenlere bedel ödettiler. Anamur’da Atatürk’ü anmaya hazırlanan bazı öğretmenler kasıtlı bir iftirayla görevlerinden alındılar. Sonradan gerçek anlaşılınca göreve iade edildiler ama ailelerin ve çocukların çektiği sıkıntı unutulmadı. Çağdaş Türkiye’nin yolunda yeterince hızlı gidemedik.
Zamanla gelişen kentleşme süreci ve kırsal alanda tarımın ihmali köylüyü köyünden, ekip biçtiği tarlasından kopardı. O güzelim okullar, öğretmenler, öğrenciler hep kasabalara kentlere taşındılar. Kenar mahalle insanı oldular.
Yine de bazı okullar köylerde kalabildi. Kente taşınan öğretmenler günübirlik okula gidip gelmeye başlayınca köylü-öğretmen ilişkisi zayıfladı.
Köy öğretmenden, öğretmen köyden koptu.
Anamur’da çok sayıda köy var. Kente yakın olanı var, çok uzak olanı var. Hepsini ziyaret edebildim. Çok uzaktaki Kılıç Köyü’nde okul binası hala ayakta. Karağa’da, Korucuk’ta yine öyle. Karatahta hala yerinde. Atatürk’ün büstü okul girişinde. “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.” yazısı silinmemiş. Ama bahçesinde tavuklar gezeliyor, kovalamaca oynayan çocuklar yerine. Ne öğrenci var ne de sabahleyin elindeki zili sallayarak derslerin başladığını belirten öğretmen.
O boş okulları görünce hüzünlenmemek elde değil, bir öğretmen olarak. Kim bilir o okulda neler yaşandı! Altı kere yedinin 42 ettiği nasıl öğretildi? Doğruluğu, çalışkanlığı, küçükleri koruma, büyükleri sayma anlayışını nasıl kazandırıldı? Komşu köy okulunu nasıl ziyaret ettiler? Kışın sınıfı nasıl ısıttılar? Yetersiz ders araç ve geçlerini nasıl temin edildi? Sorunlu öğrencilerle öğretmen nasıl ilgilendi? Merak bu ya, hep bunu düşünürdüm o okula bakarken.
Önceki yıllarda öğretmen olarak mezun olanların atanmasında kolaylık vardı. Haziran’da okulu bitirirsin Eylül’de göreve başlarsın. O kadar. Ama sonraki yıllarda plansız programsız eğitim politikaları birçok öğretmeni işsiz bıraktı. Hayal kırıklığı yaşadılar. Bazıları da boğaz tokluğuna özel okullara gitti. Atanmayan öğretmenlerin sayısı bazı küçük ülkelerin nüfusunu bile geçti. Öyle bir zaman gelsin ki okulsuz öğretmen, öğretmensiz okul kalmasın.
Anamur’da bir okul var. Hem de yakın bir köyde. “Köprübaşı Köyü İlkokulu”. Benim öğretmenliğe attığım ilk adım. Ama vekil öğretmen olarak. Vekil öğretmen kısa ve geçici süreyle çalışır. Görev biter öğretmenlik te biter. Benimkisi öyle bir öğretmenlikti. Göreve başladım. Okulun 2.nci sınıfını bana verdiler. Öğrencilerim çok saygılı çok sevimliydiler. Bana öğretmenliği sevdirdiler. Okul müdürü Mehmet Yiğit’in benim gibi acemi bir öğretmene verdiği desteği unutamam. Sohbeti zevkli güzel bir insandı, kısacası.
Ve Orta dereceli okullara öğretmen yetiştiren Gazi Eğitim Enstitüsü’nde öğrencilik yıllarım… Siyasal çalkantılardan, kavgalardan okul kapanınca Anamur’a dönüyorum. Boş gezmek hiç te zevkli değil. Tekrar vekil öğretmen oldum. Ama bu sefer “Bozyazı İlkokulunda. Okul Müdürü Ali Şen beni iyi karşıladı. Moral verdi. Şener Gökmen, eşi Sakine Gökmen, Ayşe Uysal ve Mustafa Ala gibi deneyimli öğretmenler arasındaydım. Öğretmen adayı idim ama branşım sınıf öğretmenliği değildi. Dikkatli olmalıydım. 5.nci sınıfa giriyordum. Yine saygılı yine sevimli çocuklar. Öğretmenliği biraz daha sevdim. Büyüdüklerinde ne olmak istediklerini sorduğumda çoğunun polis ve hemşire olmak istediklerini anladım. Kim bilir belki polis belki de hemşire oldular ya da sera da muz yetiştiriyorlar. Ne yaptıklarını bilmek isterdim.
Bu okulda öğrendiğim bir şey daha var. 23 Nisan Egemenlik ve Çocuk bayramı ilkokulların olmazsa olmazıymış. Okuldaki öğretmenlerin öğrencileri titizlikle hazırlaması, özverili gayretleri unutulacak şeyler değildi.
Bu güzel görev de bitti. Bitmesi gerekiyordu çünkü ben vekil öğretmendim. Görevim kısa ve sınırlıydı. Yeniden Ankara’ya, Gazi Eğitim’e, siyasal çalkantıların içine dönüşüm, mezuniyetim, sonrasında Siirt iline atanışım arka arkaya geldi.
Siirt Anamur’a çok uzak, git git yol bitmiyor. Mersin, Adana, Osmaniye, Gaziantep, Urfa, Siverek, Diyarbakır, Batman, Kurtalan, Beşiri. Bunlar giderken içinden ya da kenarından geçtiğiniz yerleşim yerleri. Artık Siirt’tesiniz. Öyle bir kent ki yaşam biçimi farklı, coğrafyası farklı, iklimi faklı, çok şeyde farklılık var. Ama hiç sorun olmadı. İnsanlar dürüst, saygılı, içten. Birbirimize kolay alıştık.
Göreve başladığım okul “Siirt Ortaokulu”. Tek katlı uzun eski bir yapı. Yerli öğretmenler, benim gibi başka kentlerden gelen öğretmenlerle hep bir aradayız. Hepsi deneyimli iyi insanlar. Uyum içindeyiz. Ancak bazı öğrencilerle aynı uyumu sağlamada zorlandım. Kendilerini uyardığımda sert karşılıklar alıyordum. Anamur’un çocuklarına benzemiyorlardı. Nöbetçi olduğum bir gün uzun boylu bir öğrencinin küçük bir öğrenciyi dövdüğünü gördüm. Yanlarına koştum, onları ayırdım. Büyük öğrenci bana çok kızdı. “Döverim tabii, o benim kardeşimdir.” sözlerini dayak yiyen kardeşi destekledi. “Evet o benim ağamdır, döver tabii !” deyince şaşırdım. Böyle abi-kardeş dayanışmasını hiç görmemiştim.
Siirt’li öğrencilerin kendi aralarında Arapça ya da Kürtçe konuşmaları, benim gibi batıdan gelenlerle Türkçe konuşmaları olağandı. Bir de ben İngilizce öğretmeye kalkınca bu kadar dil onlara fazla geldi. Her ne kadar İngilizcenin uluslararası bir dil olduğunu, herkesin öğrenmesi gerektiğini anlatmaya çalıştıysam da bir yararı olmadı. Bu yaşadığım bir hayal kırıklığıydı.
Ancak öğrencilere yakın davrandığımda, sorunlarını dinleyip çözüm aradığımda, sorunlu öğrencilerin sorun olmadığını anladım. Öğretmenliğin daha da zevkli olduğunu gördüm. Deneyim kazanıyordum.
“Öğretmenim, sana bi türkü söyliyem mi ?” diyen öğrencilerimin isteğini hiç kıramazdım. Bitlis’te beş minare, ayağında kundura, kara çadırın kızı, sabuha en çok sevdikleri, usanmadan söyledikleri türkülerdi.
Siirt günleri bekar yaşantımın son aylarıydı. Kendim gibi bir öğretmenle evlendim. “Eş Durumu” nedeniyle Anamur’a atandım. Bir evde iki öğretmen olduk. O güzel Siirt günleri geride kaldı, içimde yarı hüzün, yarı sevinç bırakarak.
Atanma kararnamemde “Anamur Ortaokulu” yazıyordu. Temel Eğitim adıyla inşa edilen bu okul hep bu isimle anıldı. Resmi adı ortaokul oldu, ilköğretim okulu oldu, ilkokul oldu hiçbiri tutmadı. Halk bildiğini okudu Temel Eğitim dedi. Hani derler ya “Adı çıkmış doksana inmez seksene”.
İçinde spor salonu, tiyatro sahnesi, geniş oyun alanı ve bahçesiyle Anamur’un en güzel okul binasıydı. Hem ilkokul hem ortaokul olarak hizmet veriyordu. Öğrencileri genellikle ilçenin doğu mahalle ve köylerindendi. Öyle ki taa Sugözü’nden, Dereköy’den gelen öğrenciler vardı.
Yeni okul, yeni öğrenciler, yeni idareci ve öğretmen arkadaşlar her şeyiyle yepyeni bir ortam. Öğrenciler ne kadar da uyumlu! Öğretmen arkadaşlar oldukça sıcak, samimi! Ben bu ortama çabuk alıştım.
Önce Rifat Belen, sonralardan Recep Narcı okul müdürümüzdü. Cevdet/Tahire Oğuz, Hatem Şahin, Necdet Ünal, Ofise Türkeli, Gülgün/Ali Rıza Baysan, Nurten Ulu, Tahsin Oktan, Abdullah Uysal, Zühre Limon, Hatice Atalay, Mehmet Ballı, Reyhan Demir, Galip Sinanoğlu, Hakkı Yurdadön, Nuri Çetin okuldaki öğretmen arkadaşlarımdı. Ama bir öğretmen arkadaşımız daha vardı ki onu kimse unutmamıştır. Kullandığı sıra dışı sözcükleri ve çıkışlarıyla “ Hatay Hanım “.
Okul içinde de dışında da unutulmaz güzel günlerimiz oldu. “Çekemedim akça kızın göçünü / Sırma saçlar bırak dövsün döşünü “ Adeta okul gecelerimizi sembolize eden zevkle söylediğimiz bir türküydü.
Temel Eğitim sosyal ve kültürel etkinlikleriyle de hep dikkati çekti. Tiyatrosuyla, yurt gezileriyle, 23 Nisan etkinlikleriyle hep ön planda yer aldı. Kaliteliydi.
Bir gün teneffüs dediğimiz ders arasında yaşlı bir teyze okula geldi. Elindeki sopasını asa olarak kullanıyordu. Çok sinirliydi. Söylendi. “Ende çocukları zapt edemiyorsanız boşlayıverin öğretmenliği, ağacın başında muşmula koymadılar !” Anladık ki öğrencilerimiz komşu bahçenin muşmulasına dadanmışlar. Teyzeyi sakinleştirdik. Sinirli de olsa teyze doğruyu söylüyordu. Çalmamayı öğretemiyorsak öğretmen olmanın da bir anlamı yoktu.
Ama öğretmen emek veriyordu, emekçiydi. Verdiği emeğin karşılığını almalı, ekonomik yönden rahatlamalıydı. Sosyal haklar kazanmalıydı. Ancak sen devlet memurusun, örgütlenemezsin, dernek, sendika kuramazsın dediler. Ama öğretmen yılmadı. Dernek te kurdu, sendika da. Mücadele etti. Ezildi, sürüldü, görevden alındı, zor günler yaşadı. Pes etmedi. Soruşturmayı göze alarak boykotlara katıldı. TÖS’le başlayan örgütlenme süreci TÖB-DER, Eğitim-İş, Eğitim-Sen’le devam etti. Süreç sıkıntılı geçiyordu. Mücadele veren öğretmenler bir sinemada bile yakılmak istendi. Öğretmen yılmadı. Çünkü öğretmen örgütün gücüne, örgütlü mücadeleye inanıyordu. Sendikal mücadelenin öncüsü Fakir Baykurt ne güzel tanımlamış ; “Öğretmen yalvarmaz, öğretmen boyun eğmez, öğretmen el açmaz, öğretmen ders verir! Bu inançla sendikal mücadelede yerimi aldım. Yeri geldi okulda tek başıma da olsa eyleme katıldım, maaştan kesinti cezası aldım. Ben üstüme düşeni yapıyordum.
Ortaokulu bitiren öğrencilerin girmek istediği bir başka okul daha var. Bu okul Anadolu Lisesi. Ağırlıklı İngilizce eğitim veren bir okuldu. Sınavla az sayıda öğrenci alırdı. Bu okula girebilmek için öğrencilerin başarıda belli bir seviyeyi yakalaması gerekir. Mersin ilinde Tarsus’tan sonra ilk Anamur’da açıldı. Adı “Anamur Anadolu Lisesi” oldu. Bu okulda öğretmen olmak çok güzel. Hele bir İngilizce öğretmeni için ideal.
Ancak öğretmen bu okulda çok dikkatli olmalı. Velilerin gözü öğretmenler üzerinde. Öğrenciler zeki. Leb demeden leblebiyi anlıyor. Öğretmenler derse girmeden önce iyi hazırlanmalı. Ne öğrencilerin ne de velilerin gözünden hiçbir şey kaçmıyor. Ethem Ziya Alıçlı müdürlüğü, ben, Muazzez Aymelek, Hafize Alıçlı İngilizce derslerini, Osman Uğur da Türkçe derslerini yüklenerek eğitime başladık.
Önce eski Ticaret Lisesi’nin ek sınıflarında eğitime başlayan okul aynı yıl içinde eski hükümet konağına taşındı. Hem de çarşının ortasına. Çevresinde bankalar, dükkanlar, polis karakolu bir de çevresinde gelip geçen araçların motor sesleri, korna sesleri bize yoldaşlık etti.. Yıllarca kaymakamlık, askerlik şubesi, maliye, adliye nüfus dairesi olarak hizmet veren bu tarihi yapının kısmetinde okul olmak ta varmış. Okula benzesin diye epey emek verildi.
Bina yaşlıydı, çatısı da yaşlıydı. Sınıf küçük olduğundan sıralar arasında sık dolaşmak zordu. Dersi daha çok yazı tahtasının önünde işliyordum. Yağmurlu bir gündü. Tavandan yazı tahtasının önüne tıp tıp damlalar düşmeye, giderek hızlanmaya başladı. Şemsiye açarak derse devam ettim. Öğrencilerim o anı hiç unutmadı. Hala bana anlatırlar.
Fiziki özellikleri kısıtlı okulda öğretmen olmak kolay değil. Ama öğrencilerin başarısı becerisi, öğretmenlerin çabası, velilerin desteği bunu unutturuyor.
Çok geçmeden okul Anamur Lisesi’nin ilk binasına taşındı. Öğretmenin işi daha da kolaylaştı. Ne de olsa okul binasıydı. Laboratuvar, dil sınıfı, kapalı salon, geniş okul bahçesine kavuştuk. Fizik, kimya, İngilizce ve beden eğitimi öğretmenleri rahatladı. İl ve ilçedeki bilgi yarışmalarında okulun birincilikler alması artık olağan sayılıyordu. Dört beş günlük okul gezilerinin, kültür ve spor etkinliklerinin rahatça uygulandığı alan oldu.
Burası üniversiteli olma hayallerinin yoğunlaştığı, duygusal pembe hayallerin zirve yaptığı bir yerdi. Bu ortamın öğretmeni olmak kolay değildi ama zevkliydi.
Siz böylesine gözde bir okulda, ya da kasabaya 40 km. uzak bir köyde öğretmen olabilirsiniz Ama iyi öğretmen nasıl olmalı? Konusunu çok iyi bilen mi? Sert ve otoriter olan mı? Kıt not veren mi? Yoksa bol keseden not veren mi? Bunlardan hangisi doğru? Doğru yanıtı nasıl bulacağız? Biraz uğraşalım. İsterseniz öğrenci davranışlarına biraz kafa yoralım. Neden ders çalışmıyor, hep düşük not alıyor? Neden uyumsuz? Neden arkadaşlarıyla kavga ediyor? Neden çok sessiz? Neden çok “uslu” ? Neden arkadaşı yok?
Bütün bu nedenler öğrencinin dünyasında gizli. Girebiliyorsak öğrencinin dünyasına, görebiliyorsak o nedenlerin kaynağını, üretebiliyorsak bir çözüm ne mutlu o öğrenciye, ve de ne mutlu o öğretmene.
Bence böyle bir şey öğretmen olmak!
Aralık 12th, 2022 Tarih: 21:28
Ben Bozyazı da öğretmenlik yapan Emekli Öğretmen Ali ŞEN’in oğlu E. Asb. Kenan ŞEN Değerli öğretmenim yazınızı büyük bir zevkle okudum. Beni eskilere götürdünüz, Bozyazı dan çok değerli öğretmenlerimin isimlerini anmak beni çok mutlu etti.Kalemine sağlık.