Haberi Arkadaşına Gönder Haberi Arkadaşına Gönder

Anamur’da 60’lı 70’li yıllar

09 Mayıs 2021

www.haberanamur.net te yayınlanan haber ve fotoğraflar, kaynak gösterilerek dahi kullanılamaz.

Emekli Öğretmen İsmet Gürdal Sümer’in kaleminden 60’lı 70’li yıllarda Anamur

Bir zamanlar ÜÇYOL”

“Ekmek Bitiyaaa…!, Ekmek Bitiyaaa…!” Göktaş Mahallesi Üçyol’da akşama doğru bu sesi duyardık eskiden, taa kırk sene, elli sene, belki de daha öncesi. Fırıncının oğlu Yurdaer böyle bağırırdı, ekmek bitiyor anlamındaydı. Elde kalan son ekmekler de satılsın diye. Babası Hakkı Seyhan mahallenin fırıncısıydı. Biz çocukları bile ciddiye alan, sohbet eden sevecen bir insandı. Bir de iyi Galatasaray’lıydı.

Ama oradaki tek esnaf o değildi. Bakkal Amcalar vardı. Hiç namaz kaçırmayan Ahmet Seyhan, sattığı sakızlardan çıkan futbolcu resimlerini küçük camlı dolaba yapıştıran Durmuş Ali Eleman, dükkânındaki buzdolabından çıkardığı içi buzlu gazoz içtiğimiz Kalaycı Hüseyin (Kısaalioğlu). Bir bakkal Amcamız daha vardı, Jandarma Karakol bahçesine bitişik “Aza Kanaat Bakkaliyesi Mehmet Karadağ”. Nedense herkes ona “Bekçi Memet” derdi.

Küçük, dar sokaklar açılırdı buraya. İçinde sade evler, öylesine güzel amcalar, teyzeler, ağabeyler, öylesine hoş ablalar, arkadaşlar vardı ki hepsi belleğime yapışıp kaldılar. Kimdi bu güzel insanlar?

Örneğin Süleyman Sırrı Gökmen, Atatürk İlkokulu başöğretmeni. Evi buradaydı. Otoriter, sert yapısı hepimizi korkuturdu. Kuralları çiğneyen öğrenciler bunun bedelini canı yanarak öderdi. Komşu momşu demezdi. Az ötede “Kostak Ahmet” in evi ve evinin altında küçücük bir dükkânı.

Karşıda Sümer Sokak ve Haydar Sümer. Önde bahçe arkada ev. Çok sayıda meslek değiştiren bir insan, manifaturacılık, fotoğrafçılık, gazete bayii, Cumhuriyet Gazetesi muhabirliği, yağlıboya tabelacılığı, kolonya imalatçılığı, muhasebecilik ve benim de biraz hatırlayabildiğim sinema işletmeciliği. Baktı ki olmuyor eli iyi kalem tutunca belediye tahakkuk memuru olarak meslekler zincirine son noktayı koyuyor. Zarif ve romantik bir insandı. Akıllarda öyle kaldı. Ve eşi Zehra Hanım, Anamur’un ilk kadın kuaförü. Saç kesme 2 buçuk, ondüle saç 7 buçuk liraydı.

Arkadaki ev Arap Emine’nindi ama biz ona ebe diye seslenirdik. Hastalandığımda annem beni ona götürür o da bize kurşun dökerdi, biz nazardan her türlü kötülüklerden korunalım diye.

Biraz daha yukarda Terzi Hamdi amcamız vardı. Sessiz sakin duruşuyla melek gibi bir insandı. Eşi Fadime Hanım teyze daha farklıydı. Az aşağıda oturan kızını çağırmak için “Gülşaaah !” diye bir seslenişi vardı ki mahallede duymayan kalmazdı.

Burada bir Terzi Hamdi daha var. Benim dayım. Dedemin en büyük çocuğu. Ama benim dayım uzun yaşamadı. Genç sayılacak bir yaşta bu dünyayı terk etti.

Hiç duydunuz mu “Fikri Pehlivan” ismini? Adı üstünde o bir pehlivandı. Yalnız yaşardı. Bir evi bir bahçesi vardı. Çocuklarla iyi geçinir, evini ziyarete gelenlere İstanbul Kasımpaşa’da kazandığı birincilikleri yazan gazete kupürlerini gösterirdi. İyi insandı ama bahçesine izinsiz giren komşu tavuklarına tuzak kurmaktan da geri kalmazdı.

Hadi biraz daha arkaya gidelim. Orada “Şeker’i görürsünüz, yani Şeker Amca’yı, yani Hakkı Afacan’ı. Gerçekten de şeker gibi bir insan. Bulunduğu her ortamı tatlandıran neşelendiren ve babamla birlikte rakıyı en iyi biçimde, usul ve adabıyla değerlendiren özgün bir kişiliği olan bir insan. Eşi İclal Hanım saf temiz içten yapısıyla annemin sevdiği bir komşusu, sevdiği bir arkadaşıydı.

Bir başka komşumuz, annemin dayısı Mehmet Sezer. Tam bir İstanbul Beyefendisi. Geçmiş günleri kendisinden zevkle dinlediğim ve aile soy ağacımızı çizen ilk ve tek akrabamızdı.. Bir diğer komşumuz “Maşazade”. Arzuhalciydi. Hükümet Konağına işi düşen köylü ilk ona uğrar o da daktilosu ile dilekçesini yazar en sonunda da arz ve talep ederdi. Eşi Haskadın Teyze de bahçesinde sebze yetiştirir ve komşuların ihtiyacını karşılardı.

Hani bazı insanlar vardır ya, ava meraklıdır, alır tüfeğini alır fişeklerini dağ taş gezer. İşte bu avcıların malzemelerini satan kişi burada oturur, Hilmi Şeref. Nazik bir insandı. Eşi Emine Hanım ise tam bir dindar, nerede bir kadın cenazesi olsa hemen yardıma koşar, yönlendirir.

1927-28 yıllarında Kılıç köyünden bir insan kalkar kasabaya göç eder, bizim mahallede ev, çarşıda dükkân sahibi olur. Dükkânda çeşit çeşit kumaşlar satar. Avukat ve öğretmen evlatlar yetiştirir. Bu insan Sadullah Kılıç’tır. İşyerinde kendisine hep yardım eden Mehmet Şeref ve kardeşi Hacı Şeref te bu mahallenin sakinleriydi. “ Sakinleriydi” diyorum çünkü çok sakin insanlardı.

Hemen biraz daha ötede mahallenin muhtarı ve kasabı otururdu. Esprili ve şakacı kişiliği ile tanıdığımız bu insan Kasap Sabri idi. Kendisinin kasap ve hayvan üreticisi olduğunu, senede 365 gün çalıştığını, benim de tatili bol bir öğretmen olarak senede sadece 180 gün çalıştığımı iddia ederdi.

Hiç Nasibe Hanım Teyze’den bahsetmemek olur mu? Bozyazı Gürlevik kökenli. Genç yaşta eşini kaybettiğinde babamlar iki yıl radyo açmamışlar. O zamanların komşuya saygı böyleymiş. Evine develerle darı geldiğini hatırlarım. Gelen darıları komşu kadınlar bir araya gelir ve neşe içinde o darıların kabuklarını soyarlardı. O neşeli sesler bizim evden duyulurdu. Bozyazı’da ortaokul olmadığından epeyce Bozyazı’lı öğrenciye evlerini açtılar, biz de o daracık sokakta araya bir çamaşır ipi gerer onlarla voleybol maçı yapardık. Ve onun oğlu Özcan Kaya, bana hep kazak erkek imajı verirdi. Eşime yardım ederken beni görsün istemezdim, gördüğünde benimle alay eder, kazaklık derslerine başlardı. “Kara kartal Beşiktaş” derdi başka bir şey demezdi.

O günlerin evleri ya bir katlı ya da iki katlıydı. Hemen her evin bir bahçesi vardı. Öyle büyük bahçeler değil, 2 dönüm en fazla 3 dönüm, daha fazla değil. Portakal başlıca üründü. Bunun yanında mandalina limon gibi ağaçlara da yer verilirdi. Kazma kürekle açılan kuyulardan elde edilen suyla ya da Sadullah Kılıç’ın açtığı kuyudan akan suyla sıraya girilerek bahçeler sulanırdı. Bahar aylarında çiçek açan portakal bahçeleri bazen düğün salonuna dönüşürdü. İçinde davulcusu, gırnatacısı, kemancısı rakısı mezesi ve yemekleri olan bir düğün salonu.

Bu mahallenin bir de “Müslime Abası” vardı. Eşini uzun zaman önce kaybetmiş. Saçlarını değirmende ağartmamış ama saçlarını değirmende bir makinaya kaptırmış ve tamamen saçsız kalmış şen ve coşkun bir kadındı. Meslek seçimi konusunda bana önerisi vardı. “Öğretmen ol len, ikindin oldu mu dağıt zinaları bak keyfine” derdi. Elbette ki zina sözcüğünü söz dinlemez, ele avuca sığmaz hayırsız çocuk anlamında kullanmıştı.

Yaz akşamları demek sivrisinek savaşları demekti. Acımasız ve kanlı geçerdi. En sonunda kendimizi cibinliğe atarak kurtulurduk, bir de sabaha kadar rahat uyuyalım diye. Sabah uyandığımızda her nasılsa cibinliğin içine girmiş, bizden emdiği kanla karnı şişmiş, uçma yeteneğini büyük ölçüde yitirmiş birkaç sivrisinek görürdük. Artık onları yok etmek çok kolaydı. Dedim ya sivrisinek savaşları kanlı geçer diye. Ne biz onlara acırdık ne de onlar bize.

Öyle ki yüzme havuzlarımız bile vardı, biz çocuklar için. Bahçe sulamada kullanılan bu havuzlarda yüzmeyi öğrenirdik. Su üzerinde biriken yosunları ileri ittirir yüzmeye devam eder serinlerdik. Yoksa kolay mıydı üç kilometre ötede denize yürüyerek gitmek hem de bu sıcakta.

Üçyol’da fırının doğu yanından aşağıya bir sokak iner, o zamanki adıyla Sofu Sokağı. Yine az sayıda ev ve portakal bahçeleri. Fırının üstündeki ev Hasan Seyhan’a ait. Belediyede Fen Memuru, şimdilerin İmar Müdürü gibi bir şey. Bir çok “altı dükkan üstü ev “ in tasarlayıcısı oldu. Karşıda Kalaycı Hüseyin’in evi . Hem bakkal hem de olçum.

Bu sokakta evlerden birisi de posta dağıtıcısı “Müvezzi Halil’e aitti. Omuzunda posta çantası elinde bir tomar mektupla yaklaştığı evde bir heyecan, bir sevinç olurdu. Büyük olasılıkla gurbetteki çocuğundan ya da askerdeki oğlundan mektup getiriyordu. Bakkal Bekçi Mehmet’e gelen mektubu benimle gönderirdi, bakkal cebime bir avuç kuru üzüm katsın diye.

Bugünün iletişim ve haberleşme araçları o günlerde olmadığı için komşular akşamları birbirlerini ziyaret eder, yenilir içilir bir güzel de tombala oynanırdı. Torbadan sayıları çeken 68 diye anons ettiğinde sakın 89 olmasın iyi bak diye seslenirlerdi. Torbadan çektiği sayıya bakıp “Oturuşu güzeel!” diye seslendiğinde biz o sayının “22” olduğunu anlardık. Beklediği sayı çıkınca “Birinci çinko !” “ikinci çinko !” ya da “tombala !” diye bağırırlardı. Gündüzün yorgunluğu böyle çıkıyordu.

Komşu gezileri bununla sınırlı değildi elbette. Günlük ev işlerini tamamlayan kadınlar öğleden sonra bir evde toplanırlar bugünün anlamıyla “Gün” yaparlardı. Bir iskambil oyunu olan “Tık” oynamak o toplantının temel taşıydı. İclal Hanım, Müzeyyen Hanım, Kutsel Hanım ve daha başka hanımlar bu oyunu zevkle oynarlardı. Öyle ki bizim evde kısa süre misafir kalan Amerikalı bir turist bile bu oyunun müptelası olmuştu.

Elbette bu kadınlar sadece ev kadını değildiler. İçlerinde zanaatkârlar var. Kadın terzimiz de var. Esma Hanım teyzemiz hanımlara güzel giysiler dikerdi. Genç yaşta eşini kaybedince evin geçimini üstlenmek zorunda kaldı. Oğlu Turgay (biz ona “Subay” derdik) kafa dengi bir arkadaşımdı. Kafa dengi bir arkadaşım daha vardı, Süleyman Seyhan, gündüzleri gezer, babasının dükkanında eğleşir akşam oldu mu sinemaya giderdik. “Yazlık Şenay” sinemasına. Film bittiğinde hemen eve gitmezdik. Gezerdik. Tom Miks, Texas gibi kitaplarını da değişirdik.

Fırından azcık batıya gidelim. Şimdiki adıyla “Akdeniz Caddesi, o zamanki adıyla “Göç yolu”. Yaz mevsimi yaklaşırken bu yol üzerinde hayvanlarla yapılan yayla göçlerini görürdük. Atlar, develer, eşekler inekler, belki de o yüzden göç yolu dediler. Orada mahallemizin camisi, hemen bir iki adım yanında sınıf arkadaşım Özer’in babası Fethi Ertuğrul’un evi var. Eşi Sevim Hanım’la birlikte çok çok neşeli insanlardı. Hele Sevim Hanım bir kahkaha attı mı bütün mahalle duyardı.

Bana izin verin az daha batıya gideyim. Orada çarşıda bakkal dükkânı olan “Bay Mehmet” in evi var. Aslında unvanı “Bayii Mehmet” di ama insanlar kolayına geldiği gibi söylüyordu.

Oradan dönüyoruz. Bu sefer yukarı doğru çikan, iki aracın bile sığmadığı küçücük daracık bir sokak, Demiral Sokağı. Bu sokakta Mısır’lı Hafız’ın (İbrahim Ergan) konak gibi büyük iki katlı evini görürdünüz. Kendisine niye Mısır’lı, niye Hafız dediklerini bilemiyorum. Sanırım denizcilik yapıyordu çünkü bahçesinde yapım halinde sandal ve tekneler görürdüm. Az daha arkada dürüst, ne düşünüyorsa onu konuşan Dozerci Osman Usta otururdu. Sıcak yaz gecelerinde açık pencereden çıkan sesle biz Osman Usta’nın uyuduğunu anlardık. Eşi Müzeyyen Hanım ise aksine sessiz saygılı ve uyumluydu.

Birçok komşu evi toprak damlıydı. Her damın üstünde bir yuvak ve demiri olurdu. Yuvak ağır silindir bir taş, ona bağlı bir demirle çekilirdi. Bu taşlardan bazıları da antik çağdan kalma kolon parçalarıydı. Yağan yağmurdan sonra komşumuz dama çıkar, bir ileri bir geri taşı yuvarlayarak toprağı sıkıştırır, suyun içeri girmesini önlerdi. Ama yağmur suyu gene de bir yolunu bulur tavandan tıp tıp diye damlardı. O yıllarda yağmur yağdıkça yağardı.

Mahallemizde bizden büyük ağabeylerimiz vardı. Şöyle bir saysam aklımda kalanları. Kendisi küçük çocukken üç tekerlekli bisikletine imrenerek baktığımız Prof. Tamer Müftüoğlu, belediye çalışanı Pelin Seyhan, PTT Müdürü Gündoğdu Ergan, Mimar Türker Sümer, tuğla imalatçısı Tuğrul Aral. sağlıkçı Uğray Kısaalioğlu, radyo tamircisi Yücel Sümer, öğretmen Ünay Kısaalioğlu, , sinema işletmecisi Nadir Aldanoğlu. Ablalarımız yok mu? Tabii ki var. Şükran, Ünsay, Yaşar, Gülhan Ablalar, bir de hatırlayabildiğim Leman, Kebire, Gülseren ablalar vardı. Daha da vardı elbette bu çevreye renk verenler, anlam katanlar. Hepsini sayamadım, beni bağışlasınlar. Akıp giden zaman içinde burada bahsettiğim insanların çoğu aramızdan ayrıldı, ama arkalarında anlatması güzel anılar bırakarak. Mekânları cennet olsun.

Bugün bu çevrede yaşayan bir çocuk belki de uzun yıllar sonra burayı anlatacak. Yoğun trafikten karşıya geçemezdik diyecek, çok canlıydı, çok gürültülüydü diyecek.

İnsanın yaşamı biraz da araç sürmeye benziyor, Arada bir geriyi gösteren aynaya bakıyorsun. O aynada unutamadıklarını görüyorsun. Benimkisi de öyle bir şey işte.

pic0023

Yapılan Yorumlar:8 Adet

  1. HAYDAR SUMER Yorumu:

    Babacım Göktan mahallesini ve cevresini Yaşar Kemalin Ince Memed8n Romanındaki Toroslari tasvir der gibi tasvir etmişsin hayranlıkla okudum

  2. Adil Demir Yorumu:

    Gürdal Abi, akıcı ve güzel bir yazı,zevkle okudum.Anamur yayla yaşamını da ekleyip kitap haline getirirsen daha da iyi olacağını düşünüyorum.Anamur’un değerlerini bizlere tanıttığınız için teşekkürler!

  3. Ayşe Derya Seymen Yorumu:

    Muhteşem bir yazı.. Kalemine yüreğine sağlık babacığım.. O günleri görmedik ama yaşamış kadar olduk

  4. Halil Ünal Yorumu:

    Gürdal hocam, kalemine, eline ve emeğine sağlık.Ne kadar güzel yazmışsınız. Zevkle okudum ve yenilerini bekliyoruz.

  5. m.keskinaslan Yorumu:

    çok güzel ,devamı gelir insaallah.

  6. Ergun Nuhut Yorumu:

    Şu an saat 03.45. 11 Mayis 2022… Yazıyı büyük bir keyifle okudum… Kaleminin bu kadar sağlam olduğunu bilmiyordum Sümer abi… Beni o yılların Anzmur’una götürdüm… Keşke bu tür yazıları toparlayıp bir kitap yapabilsek… Elinde o yılların siyah beyaz fotoğrafları olanlardan destek alsak… Tren kaçmak üzere… Bunu acilen yapmak lazım… Anamur’a gelince seni arayacağım…
    Bu arada benim telefonum 0533 8174478

  7. Özge Kılınç Yorumu:

    Gürdal öğretmenim çok duygulandım.

    Ben, Anamurlu Özge Kılınç.

    Emekli öğretmenler, Mustafa ve Suzan Kılınç oğluyum.

    Postacı Müvezzi Halil dedem olur.
    Kebire ve Leman ablalarınız da teyzelerim.
    Geçen hafta (Eylül 2021) Anamur’daydım ama sadece iki gün kalmak nasip oldu.
    Elbette tekrar geleceğim.
    Almanya’dan sevgi ve saygılarımla.

    Özge Kılınç

    kilincoezge@googlemail.com

  8. gürdal sümer Yorumu:

    Sevgili Özge Kardeşim, mesajına o kadar sevindim ki anlatamam. Ne seni ne anneni bababnı, dedeni ne de teyze ve dayılarını unutmam mümkün değil. Anamur’dan ayrıldıktan sonra biz sizi İstanbul’da Yeşilköy’de ziyaret etmiştik. Ondan sonrası sır. hep merak eder dururdum. Hiçbirinizden haber alamadım. Üzülürdüm.İyi ki böyle bir yazıyı bu gazetede yazmışım. Sen sanıyorum Almanya’da yaşıyorsun. Bir daha ki gelişinde eskileri bir karıştıralım, babandan annanneannenden,dedenden,dayılarından teyzelerinden konuşalım, hasret giderelim. Hoşça kal Özge, haberleşelim.

Yorumlayın

Anket

Mersin - Antalya yolu tamamlandığında Anamur'a ne gibi faydaları olur?

  • Turizm yatırımları artar, turizm gelişir (45.0%, 513 Oy)
  • Göç alır, fayda değil zarar getirir (33.0%, 375 Oy)
  • Anamur'un il olmasına katkı sağlayabilir (12.0%, 134 Oy)
  • Tarım ürünleri kolay pazarlanır (10.0%, 116 Oy)

Toplam Oy: 1,139

Loading ... Loading ...

HAVA DURUMU

ANAMUR

İLETİŞİM SAYFALARI

Son Yorumlar

  • Vatandaş: Sayın siyasi yöneticiler daha önce zenginleştirdiğin...
  • Vatandaş: İlçe İdare Şube Başkanları toplantısı yapıldı, başlığı altında 2022...
  • Adil Demir: Kalemine sağlık abi,zamanda yolculuk gibi!
  • Şeref Koz: Kutluyorum. Empatsiyle, farkındalık bilinciyle ve dayanışma...
  • Kenan ŞEN: Değerli öğretmenim yazılarınızı büyük bir zevkle okuyorum. Ben...
  • Kenan ŞEN: Ben Bozyazı da öğretmenlik yapan Emekli Öğretmen Ali ŞEN’in...
  • Mahmut Gazi ÖZSOY: Katılım sağlayan iyi yüreklere teşekkürler
  • Seyda Afyoncu: Direnen kazanır.
  • Aziz Saydam: Hayırlı olsun, inşallah partimizi en iyi şekilde temsil edip...
  • Mahmut Gazi ÖZSOY: Tebrikler