www.haberanamur.net te yayınlanan haber ve fotoğraflar, kaynak gösterilerek dahi kullanılamaz.
?Anamur CHP üzerine yazdığım iki yazıdan sonra, dostlarla farklı bir konuda buluşmak istedim. ?Hukuk bir gün herkese lazım olur? ilkesine dair bir şeyler söylemek istedim bu kez. Hukuk konuşulunca, ister istemez siyaset, muhalefet, iktidar da olacak işin içinde tabi.
ZALİM/MAZLUM/HUKUK
Zalimin de mazlumun da aynı sözleri söylediği bir çağı yaşamaktayız! Artık algılarımızla oynandığından, kendimize ait bağımsız düşüncelerimizle oluşturduğumuz irademizin yerine, tümden görselliğe dayanan bir ?imaj?ın konulduğu yanılsamadan bahsediyorum.
Geçmişte aleyhine slogan ürettiklerimizin, içlerini boşalttığı aynı sloganlarla, sloganlarımızın kapsadığı kişileri etkileyip yönettiği; insan aklının ve yaratıcılığının, dolayısıyla iradesinin egemenlik altına alındığı bir çağ bu! Üstelik bütün dünya halkları aynı cenderede olduğundan sadece ülkemize özgü değil! Öte yandan dinin sosyal yaşama daha bir sokularak, devlet yapılanması ve uygulamalarında da referans olmaya başladığından daha bir katmerlendi bu saldırı! Bireyin, bireyle, toplumla ve devletle olan ilişkilerinin, ılımlı din zeminine oturtulması neredeyse tamamlanmak üzeredir.
Bu dönüşüm sürecini anlayabilmek; iktidar, muhalefet ve halk arasındaki çatışmalar düzleminde evrensel hukukun önemini somut olarak algılayabilmek için, ülkemizin kurtuluş/kuruluşundan itibaren ama özellikle son 40-50 yılını resmi tarihten bağımsız, objektif bir bakışla kısaca değerlendirmek gerekmektedir.
Gerek 1971 ve gerekse 1980 darbelerinin, tamamen senaryosu dışarıdan yazılmış, ama yerli işbirlikçileri eliyle uygulanmış olduğu artık yadsınmıyor bile. Bu darbeler sonuç itibarıyla, ülkemizin aydınlık, bağımsızlıkçı ve özgürlükçü kesiminin, yani muhalefetin etkinliğinin ortadan kaldırılarak, yerine uysal bir halk ve düzen içi muhalefet yaratma yolundaki toplum mühendisliği uygulamalarıdır. Bu ?olağanüstü? dönemlerde birebir kendilerine verilen ev ödevini uygulayan iktidarlar, ödevin gerektirdiği hukuku, kendi hukukçuları eliyle de uygulamıştır. Öyle bir hukuktur ki bu; evrensel hukuk ilkeleri ve insan haklarının yok sayıldığı, kendilerine muhalif olanların sistemden ve hatta toplumdan tasfiyesi için her yolun mübah görüldüğü bir garabettir. Nitekim bu süreçteki insan hakları ihlallerinin tamamı, işkenceler, idamlar, gözaltında kaybetmeler, hakim ve savcılar eliyle meşrulaştırılmış insanlığın sanal/ulvî duyguları ile allanıp pullanarak kamuoyuna sunulmuştur.
1980 darbesinden sonraki süreç, önceki dönemlerde otoriterleşmeye yönelen müesses nizamın emperyalizme tam bir bağımlılık ve iç içe geçmenin somut halidir. Her türlü siyasi hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasıyla ancak uygulanabilecek ekonomik liberalizmin egemenliğinin muhalefetsiz perçinleştirilmesidir. Bu uğurda tüm muhalefet adeta yok edilmiştir. Bu süreçte kullanılan da bu süreci koruyan kendi hukukudur. Yazılı ve görsel medya yoluyla bu hukuk belletilmiş; halka öz evlatları düşman gibi gösterilerek idamları alkışlattırılmıştır.
Aynı şekilde, teknolojik ürünlerin bir anda ortalığı sardığı ülkemizdeki bilimsel gerilemeyi sorgulayanlar susturulduğundan, tüketim mallarının egemenliği transformasyon, toplumu tüketici haline getirme oyunları da gelişme adı altında kavramlaştırılmıştır. Milenyumla birlikte artık toplumun belli dönemlerde oy verme hakkı dışında, örgütlü olarak sisteme muhalif olma ve alternatif sistem isteme hakkı ?gereksiz?, ?anlamsız? ve hatta giderek ?tehlikeli? görülmeye başlanmıştır. Bütün bunlar da ?çoğunluk? adı altında ?millet iradesi? kisvesiyle yapılmış, hukuk yoluyla da meşrulaştırılmıştır. Dilden düşürülmeyen demokrasinin gerçekte çoğunluğun değil, azınlığın hakları ile ilgilendiği dahi sorgulanamamıştır.
Öte yandan yoksullaştırılan geniş kesimlerin, ses çıkarmayarak ?kaderine razı? olması, her seçim öncesi dağıtılan mavi boncuklar ve makarna torbaları ile oylarının alınabilmesi de yetmemiş, algıları ile oynandığından iyi, kötü, yarar, zarar, gelecek,umut gibi kavramları bile birbirlerine karıştırması sağlanmıştır. Cılız da olsa ?halk? için olan bir talep, popülizm ile suçlanmıştır. İsteyen çıksın sokağa ve desin ki ilk rastladığına, ?sağlık hakkı, yaşama hakkı, barınma hakkı, eğitim hakkı ücretsiz olmalı, zaten devletin varlık nedeni budur ve bunlar ticaret konusu olamaz?; hakkınızdaki tespit ve adeta suçlama ?popülizm? yaptığınız olacaktır. Öylesine dönüştürüldü ki toplum, artık toplum yararına düşünmek veya harekete geçmek, ilk olarak toplumca cezalandırılmayı göze almak demektir. Zira milenyumun, yani emperyalizmin, diğer adıyla yeni dünya düzeninin gerektirdikleridir bunlar; yazılı ve görsel medya aracılığı ile halkları bombardıman altına alınan kitlelerin algılarını kontrol meselesidir.
Hukuk bir üstyapı kurumudur, alt yapıya bağlı olarak biçimlenir, şekil değiştirir ve uygulanır. 24 Ocak 1980 ekonomik kararların akabindeki baskıcı iktidar eliyle insanlığın birikimleri ve kazanımları dönüştürülmüştür. Sosyal ve siyasi haklar giderek budanmış, karşı çıkanlar ezilerek yok edilmiş ve sistem dışına itilmiştir. Tüm bu emperyalizm adına kazanımlar, yaratılan hukuk yoluyla güvenceye alınmıştır. Bu sürecin antidemokratikliğini güvenceye alan hukukun varlığı, demokrasinin göstermelik ritüellere hapsolmasını doğurmaması zaten düşünülemez. Zira kapitalizmin en vahşi değerleriyle yerleştiği, emperyalizm ile entegre olduğu ve hatta artık ?küçük/ortak? emperyalist olmuş bir ülkenin, yılların alın terleriyle biriktirmiş değerlerinin göstere göstere peşkeş çekildiği bir dönemde, evrensel hukuk ilkelerinin uygulamasını beklemek fazla hayalcilik olurdu.
Gerçek şudur ki, bu ülkenin sahibi ve kurtarıcısı olduğu iddiasıyla, karşı çıkanları kendi hukukuyla tasfiye edenler, tasfiye ettiklerinin yerine koymak için besleyerek büyüttükleri tosuncuklar tarafından aynı hukukun bir başka versiyonuyla bugün tasfiye edilmişlerdir. İşin ilginç tarafı, dün iktidarlarının şatafatında hukuk tanımayanların, iktidardan tasfiye edilirken uğradıkları muamelelerde, dün mazlumundan esirgedikleri evrensel hukuku aramalarıdır. Üstelik bu süreçte, en acımasız yöntemlerle yok etmeye çalıştıkları yurtsever insanlardan, kendilerine yardım etmelerini istemeleri de bir paradokstur.
Tüm evrensel ilke ve değerleriyle demokrasi geleneği olmayan ülkelerde, iktidar ve hukuk birbirini tamamlarlar, birbirlerinin yaratıcısı ve güvencesidir. Muktedir kendi hukukunu yaratırken iktidarını korumayı amaçladığından, iktidarına muhalif olanları yok saymakta ve yok etmek için yarattığı hukukunu kullanmakta mahzur görmemektedir. Kendi yarattığı bu hukuk, bir gün iktidarını kaybettikten sonra, kendisi için en ağır cezalandırma aracı haline gelmektedir ki, bugün ülkemizde olan budur. Bu yüzden ?hukuk bir gün herkese lazım olur? sözü evrensel bir kuraldır.
Bugünün muktedirlerinin yaptığı da budur! Tamamen iktidarın sağlamlaştırılması yolunda fiilî uygulamaların hukuk haline getirildiği ve yine evrensel hukuka aykırı bu uygulamaların, kendine bağlı hukukçuları eliyle yapılandırıldığı/meşrulaştırıldığı bir süreci yaşıyoruz.
Dikkat edilirse, ülkemiz tarihinin bütün alt-üst oluş süreçlerinde hukukçular önemli bir mevziidedirler. Sebepsiz müsebbip yaratmada ve bunu da fiilî hukuka yaslamada şampiyon hukukçularımız bulunmakta. Bugün ise, İstiklal Mahkemelerindeki karar ve uygulamalarıyla kolayca yerin dibine sokulan ?Kel Ali?nin ?kopyaları?, bugünün muktedirleri için Özel Yetkili Mahkemelerde aynı görevleri yürütmektedir.
Sorun zaten buradadır, kişiye ve döneme özgü olmayan, evrensel ölçülerde bir hukuk düzeni kurulmadıkça, bir dönemin muktedirleri, bir dönem sonra ?hukuk, bir gün herkese lazım olur? ilkesini hatırlayacaklardır. Zira modası geçmeyen tek gerçeklik ?her şeyin kendi karşıtını yarattığı ve güçlendirdiğidir.?
Mart 4th, 2013 Tarih: 17:21
Bugünün mazlumlarının, iktidarı ellerinde bulundurdukları onlarca yıl boyunca adalet üzerine etkili bir düşünce ortaya koyduklarını ya da kamuoyunda konuştuklarını görmedik. Zira, muktedir olmanın verdiği rahatlığı ve gücü sonuna kadar kullandılar. Ne zaman iktidar yitirildi, tasfiye okları yön değiştirdi, ne zaman hukuk ihtiyacı hasıl oldu, “adalet!” nidaları yükselmeye başladı. Ancak -malesef- burjuva parlamenter demokratik sistemlerde seçimle iş başına geldiği/iş başında bulunduğu var sayıldığı için meşru kabul edilen iktidarların, iktidarı yitirmemek adına devlete ve topluma ilişkin bakış açısı ile devlet algısını sürdürülebilmesi için “bu algıya karşı çıkan muhaliflerini temizlenmesi şeklindeki” bir hukuk anlayışına her zaman ihtiyacı vardır. Bu durumun x partisi ya da x ideolojisine bağlı olmadığını, bu durumun tamamen ve bizzatihi sistemin kendisinden kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Çünkü seçimle bile gelseniz, seçimle gitme ihtimalinden hoşlanmazsınız ve bunun yerine aleyhinize propaganda yapanları temizlemek, tutuklamak,sindirmek, aleyhinize siyaset yapanları hapis cezasıyla tutsak etmek, iktidarda kalmanın ve bir sonraki seçimi kazanmanın en etkili yoludur. Bu sebeple Özel yetkili mahkemeler nitelik itibarıyla “siyasal mahkemeler”dir. Bu mahkemeler dün olduğu gibi bugün de hukuka hizmet etmiyor, -doğası gereği- yarın da hizmetini hukuktan esirgeyecektir.