www.haberanamur.net te yayınlanan haber ve fotoğraflar, kaynak gösterilerek dahi kullanılamaz.
29 Ekim 2012 tarihinde devlet erkânınca resmi merasimle kutlanan Cumhuriyet, CHP?nin katılımı ile Sivil Toplum Örgütleri tarafından bayraklar ve flamalarla tüm Türkiye?de alternatif olarak sokaklarda kutlandı. Acaba ?idrak edildi? mi demeliyim!
Özellikle Ankara?da, 1.Meclis önünde toplanarak Anıtkabire yürümek suretiyle yapılan kutlamaya yapılan sulu-biber gazlı polis müdahalesi ile birlikte, gerek resmi ve gerekse gayri resmi olarak kutlanan Cumhuriyet?in hangi Cumhuriyet olduğu sorusu aklıma takıldı.
Ulusal kimlik üzerine inşa edilen Cumhuriyetimiz, M. Kemal ATATÜRK?ün önderliğinde 29 Ekim 1923 tarihinde ilan edildi. Çürümüş kurumları ve devlet yapısı ile Osmanlı İmparatorluğu?nun tüm olumsuz yönlerini ayıklama olanağı olmadığından, eski kafalar üzerine yepyeni bir dünya kurma, toplumsal aydınlanma çabasıydı aslında, M.Kemal?in önderliğinde bir avuç aydınlık insanın ve görece toplumdan daha ileri askerin siyasal erki altında inşa edilen. Bu nedenle; yüzyılların kulluk anlayışının, ağır dinsel inanış ve geleneklerin körleştirdiği, savaşlardan çıkmış, yokluk ve yoksulluk içerisindeki bir ülkenin aydınlanması, Cumhuriyetin erdemlerinin, siyasal ve sosyal kurum ve kurallarıyla yerleştirilmesi doğal olarak yukarıdan aşağıya oldu. Anadolu?nun tarihsel birikimi ve sosyolojik yapısı itibarıyla başka türlüsü de mümkün değildi.
Her siyasi erkin yerleştirmeye çalıştığı düzende, süreç içerisinde içine düşeceği durum, Atatürk?ün ölümü ile birlikte Türkiye Cumhuriyetinin de başına geldi. Bir süre sonra Cumhuriyet atılımlarının içi boşaltılmaya başladı. Cumhuriyet?in eğitim/öğretimdeki devrimi Tevhid-i Tedrisat önce delindi, muktedirlerin iktidarının devamı için zaman içinde adeta kevgire döndü! Kırsal alanların, köylerin aydınlanmasında en önemli atılım olan Köy Enstitüleri kapatıldı. Toprak reformu ile feodal yapının yok edilmesi düşünülmüş olsa da yaşama geçirilemedi. ?Olması gereken? ile ?olan? arasındaki fark azaltılamadı. Kadına seçme seçilme hakkının ?tanınması?nın, netice itibarıyla toplumsal değişim elvermediğinden, sadece erkeğe iki oy hakkı verilmesi anlamına gelmesi gibi…
Batı emperyalizmine direnişle kazanılan bu ülke, batı emperyalizminin askeri örgütü olan NATO?ya girene kadar, ulusal bilinçle yetiştirilmiş görece bağımsız orduya sahipti. Ancak, NATO?ya girilmesi ile birlikte milli ordu kalmadı; ordumuz giderek batı emperyalizminin çıkarları doğrultusunda örgütlenen ve faaliyet gösteren bir ordu haline geldi. Cumhuriyetimiz ise, asker kökenli kadrolarca kurulması ve kendi halkından bile korunması gereken en önemli mevzii olarak görülmesi, giderek halktan kopmasına, elitlerin Cumhuriyeti haline gelmesine neden oldu.
Hilafetin kaldırılmasından sonra, devlet eliyle dinin kontrol edilmesi amacıyla oluşturulan Diyanet İşleri Başkanlığı, bugün itibarıyla onlarca bakanlık bütçesinden fazla bütçesiyle, devletin ve toplumun dincileştirilmesinin aracı haline geldi.
Nitekim 12 Mart darbesi ile Tevhidi tedrisat kanunu adeta rafa kaldırıldı. 12 Eylül cuntası da Temel Eğitim Kanununda bir değişiklik yaparak İHL mezunlarına bütün üniversitelere girme hakkını tanıdı. Yıllardır bütün siyasetçilerin birbiriyle yarışarak yaygınlaştırdığı İHL mezunlarının öğrenci kapasiteleri itibarıyla imam veya hatip olarak görevlendirilmeyeceği, devletin tüm kurum ve kuruluşlarına sızacakları sır veya bilinmez bir durum değildi zaten.
Gerek 12 Mart ve gerekse 12 Eylül darbeleri ile ülkenin bütün aydınlık ve sol çevrelerinin ezilerek siyasal arena dışına atıldığı, örgütlenmelerinin ve yaşam alanlarının yok edildiği, sloganlarının dahi ellerinden alınarak sağcılaştırıldığı tartışılmaz bir gerçeklik! Bunların yerine ?sadakat? ve uyumluluk? esaslı İHL? lerinin yaygınlaştırılmasının, gericiliğin giderek güçlenmesine ve iktidara yönelmesine yol açtığı da… Başlangıçta merkez sağ partiler içerisinde devletin yönetim kadrolarına giren Cumhuriyetin kuruluş amaç ve mantığına düşman bu gerici/bağnaz zihniyet, özellikle 12 Eylül faşist darbesi ve sonrasında devlet eliyle oluşturulan siyasal yelpazede kendi siyasi oluşumları saf tutmaya ve kendi kanatları ile uçmaya hazırlandı. Nitekim, tarikatçı ilk sivil C.Başkanımız ile taçlandılar.
Yine yıllardır, 30 Kasım 1925 yılında kanunla kapatılan ve yasa dışı ilan edilen tekke ve zaviyeler ile tarikatların sahip olduğu blok oyları alabilmek uğruna sağcısı ve solcusu (!) partiler ödün vermekten geri durmadılar. Cumhuriyetin aydınlıkçı kadroları zaten tasfiye edilmişlerdi ama, yepyeni aydınlık bir kuşak yetiştiremeden, görünen ve bilinen yöntemlerle Cumhuriyet düşmanlarına iktidar olmanın yollarını el birliğiyle açtılar.
Artık Cumhuriyetin kurucusuyken ilerici ve hatta devrimci bir parti olarak siyasal serüvenine başlayan Atatürk?ün partisi CHP?nin, ?kurduğunu korumak adına? başlangıçtaki devrimciliğinin muhafazakârlığa evrildiği, iktidarı kaybettikten sonra da yeniden kazanabilmek uğruna giderek sağcılaştığı, devrimci ilke ve değerlerden uzak bir yapılanmaya dönüştüğü yadsınmamaktadır. Öyle ki; ?Tekke ve zaviyeler çağdaş kurumlar olarak benimsetilmeli; bunlar irtica yuvaları, yok öyle bir şey, tam tersine kültür yuvaları? diyebilecek kadar dinciliğe yeşil ışık yakan, tarikatlara el avuç açan zihniyetteki insanları barındırır hale geldi.
Medeni Kanun, T.C?nin aydınlık, eşit, özgür insanlar ve toplum şiarının en önemli hukuksal kurumlarındandır. Bu temel Kanun yaklaşık 80 yıldır yürürlüktedir ama, milenyum çağında kadına şiddetin meşruluğunu, tecavüz sonucu hamilelikte kürtajı tartışır hale getirildi toplum! Son dönemdeki 4+4+4 düzenlemesi ile eğitimde imam hatip ortaokullarının faaliyete geçirilmesini de bu çerçevede değerlendirmek mümkün..
Cumhuriyetin tüm ekonomik birikim ve kazanımlarının talan edildiği, yabancı ve yerli işbirlikçi sermayeye peşkeş çekildiği dönem bütün bunların doğal bir sonucu gibidir. Buna karşı çıkacak antiemperyalist güçler; sosyalist sol ile birlikte bu ülkenin kurucu ideolojisi Kemalizmin de tasfiye edilmesi gerekiyordu. Nitekim bu da acımasızca yapıldı. Hem de hukuk yoluyla! Yeni Dünya düzeni olarak isim değiştiren emperyalizmin yerleştirdiği kültür, sorunlara ulusal gözlükle bakılmasına tahammül edemiyor, çözümün emperyalizme eklemlenmekte olduğunu dayatıyordu. ?Sermayenin dini de ulusu da olmaz? sözünün bir başka versiyonunun da, ?işbirlikçi olmayan sermaye yoktur? sözü olduğunu anımsatalım. (Demek ki neymiş: Antikapitalist olmaksızın, antiemperyalist olunmazmış! )
Neticede en genel ve en özet haliyle manzara-i umumiyesi bu ülkemizin! Doğal olarak soruyorum kendime; kutladığımız Cumhuriyet, 1923 yılında ilan edilen Cumhuriyetimiz midir? Yoksa bugün, içi boşaltılmasına, niteliği dönüştürülmesine rağmen adı değiştirilmeden sürdürülen Cumhuriyet midir?
Bugün itibarıyla yapılması gerekenin, AKP?nin ?görünen köyü? 2023 Cumhuriyetine inat, 1923 kurucu ruhunun, tüm kurum ve kurallarının içselleştirildiği demokrasi ile nasıl taçlandırılacağını düşünmek ve yaratmak olduğunu düşünmekteyim.
Kasım 1st, 2012 Tarih: 16:25
Ali yazini okudum, katki olsun diye yaziyorum, Cumhuriyet statlarda mi yoksa sokaklarda mi kutlanmali dan once , yazinda belirttigin konularin sorgulanmasi gerekir once. Ici bosaltilmis, icinde demokrasinin , insan haklarinin, ozgurluklerin olmadigi ve cagdas degerlere uzak bir cumhuriyet in nasil kutlanmasi gerektigi polemigi boylece anlamsiz hale gelir.Kemalistler in sokaklarda, Akp nin statta kutladigi Cumhuriyet in abartili bir sekilde one cikarilmasi asil tartisilmsai gereken konulari golgede birakiyor.saygilar.
Kasım 2nd, 2012 Tarih: 22:04
Ali Bey yazınızı beğendim. Sizi yürekten kutluyorum. Sağlıcakla kalın.
Kasım 5th, 2012 Tarih: 17:17
Bu güzel yazıyı büyük bir zevkle okudum.Çok yerinde tespitler ve değerlendirmeler.Ali Özdemir’in ellerine sağlık.
1923′te kurulan Cumhuriyet’in tüm kurum ve kurallarıyla yerleşmediği- yerleştirilmediği ve engellendiği çok açıktır.Bu durum, Cumhuriyeti kuranlarda da derin görüş farklılıklarının, hatta hedef farklılıklarının olduğunu göstermektedir bize.Yani Cumhuriyeti kuran hakim fikir ve ideolojiyle, devam eden yıllardaki uygulayıcı anlayış farkları bugün yaşanan sorunların ana kaynağı olagelmiştir.Daha somut söyleyecek olursak, Cumhuruyeti kuran ideoloji ilk 15 yıldan sonra (neredeyse) iktidar olmamıştır.Özellikle çok partili hayata geçilen 1946 ve sonrası iyi incelenmelidir.NATO’ya giriş, ithal-ikameci ekonomiye yönelme (birileri buna kalkınma hamlesi diyor gerçi),üretimden vazgeçme, ulusal değerlerden uzaklaşma vb.vb. gibi girişim ve dönüşümler hiç şüphe yok ki 1923 kurucu ruhtan uzaklaşma ve belki de kaçıştı.
Ama şunu da tespit etmek gerekmektedir:Bahsettiğimiz süreç dünyanın da kabuk değiştirdiği, global ölçekte sosyal-ekonomik-politik dönüşümlerin yaşandığı bir süreçtir.2.Dünya Savaşından sonra dünyanın siyasi coğrafyasında yaşanan değişim, genç Türkiye Cumhuriyeti’nde de karşılık bulmuş; anti-komünizm maskesi altında Cumhuriyet kuruluş felsefesinden uzaklaştırılmıştır.Kuruluşta öngörülen Halkçılık, Sosyal Devlet, Demokrasi gibi kavramlar emperyal maskaralıklara kurban edilmiştir.
Söylenecek söz çok aslında.Ama uzatmadan şuraya gelmek istiyorum:Cumhuriyetin mevcut halinden bile şikayetçi olanlar, aslında yaklaşık 70 yıldır onun içini boşaltanlardır.Cumhuriyetin içinin boşaltılmış haline bile tahammül edemeyenler, elbette O’nun alanlarda 100 binler tarafından sahiplenilmesine, coşkuyla kutlanmasına da tahammül göstermemişlerdir.
Ali Özdemir arkadaşımızın yazısının başlığındaki soruya gelince; kendisi yazısında zaten sorusunu çok güzel yanıtlamış.Evet,içi boşaltılmış da olsa, kavramları yeniden oluşturulmaya çalışılsa da Cumhuriyet, yaşamakta olduğumuz, üzerinde konuşabileceğimiz bir zemindir.Bunu önemsiyorum.Bu bizim zeminimizdir.Bu zeminin ayağımızın altından çekilmesine, kaydırılmasına elbette itirazlarımız sürecektir.
Ali Özdemir’in yazısının bana düşündürdüklerini şu cümle ile sonlandırmak isterim.Hatta asıl şimdi söylemek lazım derim.
YETMEZ AMA EVET!!!